Bir film izleyerek hayatım değişmedi belki ama izlediğim bir film, okuma alışkanlığımla ilgili bana yeni bir şey öğretti. Wim Wenders’in geçtiğimiz yıl 76. Cannes Film Festivali’nde başrol oyuncusu Kôji Yakusho’ya ödül getiren filmi Perfect Days’de Yakusho’nun oynadığı Hirayama karakterinin okumayı seçtiği kitaplar daha önce haberdar olmadığım (olmadığıma hayıflandığım) bir yazarla tanıştırdı beni: Aya Kōda. Hayıflandım diyorum ama hayıflanmam sadece benimle ilgili değil. Aya Kōda’nın zengin külliyatı maalesef dilimize çevrilmemiş. Hatta İngilizce çevirilerine bile ulaşmakta zorluk çektim. Hâliyle deneme yazılarıyla ünlenmiş ve hakkında övgüyle bahsedilen bu yazarın kitaplarını okuyamadım. Hirayama filmde Kōda’nın 木(Ki)/ Trees adlı kitabını okuyordu. Japonca kitap sitelerinden Ki’nin arka kapak yazısına baktığımda (bu arada kitaplarıyla ilgili açıklamalar çoğu sitede bulunmuyor) Aya Kōda’nın babası Rohan’ın düşüncelerinin, Aya’yı ağaçları hisseden bir yetişkine çevirdiği yazıyordu (umarım doğru ifade edebiliyorumdur çünkü bu arka kapak yazılarını ve yazının sonraki paragraflarında bahsedeceğim birkaç alıntıyı Japonca’dan çeviri siteleri vesilesiyle çevirdim). Bazı okur yorumlarından da anladığım üzere Aya, bu kitapta doğayla kurduğu bağ ile insanlarla ve babasıyla iletişimine yer veriyormuş. Arka kapak yazısında şöyle bir cümle geçiyordu: “Kuzeydeki Hokkaido'dan güneydeki Yakushima'ya, hayatın dokunuşunu yakalayan bir yazı şaheseri.” Bu cümleyi okur okumaz “Hokkaido benim en sevdiğim Japon köyü!” diye kendi kendime gülümsedim. Öyle güzel bir doğası var ki Hokkaido’nun… İzlediğim videolardan hayran kalmıştım. Evet izlediğim videolardan çünkü Hokkaido’ya hiç gitmedim. Aya Kōda’yı hiç okumadım. Ama ikisi de en sevdiklerim listesinde yerlerini aldılar. Buna yalnızca merak demek yetersiz kalır. Bir şeye duyulan yakınlık hissinin uyandırdığı sevinç demeliyim belki de gitmeden sevdiğim, okumadan cümlelerini aklıma yazdığım yerlere ve kişilere. Sonra Wenders’in Hirayama için neden bu kitabı seçtiğini daha iyi anladım. Ağaçları hisseden diyordu arka kapakta. “Ağaçların varlığının ötesinde insan eylemlerinin, yaşamın ve ölümün derinliklerini görür.” diyordu. Hirayama’nın ağaçların arasından baktığı gün ışıkları, konuştuğu insanlar, içinde saklı tuttukları, şarkı sözleriyle konuştukları, selam verdikleri ve selam aldıkları geldi aklıma. Ağaçların yaprakları arasından tüm eylemlerin derinliklerini görmüyor mu Hirayama? Onun bu kitabı okuması hiç de rastlantı değil sanırım.
(Perfect Days filminden Hirayama’nın Aya Kōda’nın Ki kitabını okuduğu bir kare.)
Aya Kōda’nın bu kitabında babasının da bahsinin geçtiğini söylemişken biraz da Kōda ailesini tanıyalım, çünkü yazarlık onlar için bir aile geleneği desem abartmış olmam. Baba Rohan Kōda, Japonya’nın 1868-1912 tarihleri arasını işaret eden Meiji Dönemi’nde yaşamış bir yazar. Japon ve Çin klasikleriyle yetişmiş Rohan, yazın dünyasında Fūryū Butsu adlı eseriyle ün kazanıyor. Kitapları arasında Gojūnotō, Tarobō gibi eserleri de var. Aya Kōda, 1904 yılında Rohan’ın ikinci çocuğu olarak dünyaya geliyor. 1922’de liseden mezun olduktan sonra bir evlilik yapıyor. Bu evlilikte geçen on yılın ardından ayrılarak kızı Tama ile yeniden Rohan’ın yanına geliyorlar. Babasını kaybettiği 1947’de onunla anılarını da içeren Zakki’yi kaleme alan Aya’yı edebiyat çevreleri tanımaya başlıyor. Yine aynı yıl Shūen ve Sōsō no ki adlı eserlerini tamamlayan Aya, artık iyiden iyiye edebiyat dünyasına giriş yapıyor.
Hakkında okuduklarımdan yola çıkarak Aya Kōda için kafamda beliren yazar portresi, onun gözlem ve kadınların yolcuklarını aktarma yeteneği çok güçlü bir yazar olduğunu bana söylüyor. 1940’larda ve 50’lerde otobiyografik izler taşıyan denemeler yazmış yazarın kısa hikâyelerinde, romanlarında ve denemelerinde kadınların hayatına, aile ve gelenek temalarına değindiği belirtilmiş. Günlük yaşamda kadınların yolculuğu onun eserlerinde yer bulmuş. Hatta tamamlanmamış eseri olarak geçen Kimono adlı romanı, 20. yüzyılın başlarında bir genç kızın büyüme hikâyesi olarak tanımlanıyor. Kitabın konusu, baş karakteri Rutsuko’nun 1910’lar ve 20’ler Tokya’sunda kimonolar eşliğinde büyüme ve dünyayı tanıma yolculuğu olarak ifade ediliyor.
(Aya Kōda. Fotoğrafın kaynağını bulamadım.)
Aya’nın edebiyatında kadınlar, anılar, kimonolar oldukça yer kaplıyor diyebiliriz. Hayatında onlar kadar yer kaplayan başka bir şey daha var: Kediler. Aya Kōda’nın kızı Tama Aoki de torunu Nao Aoki de kendisi gibi yazar. Nao Aoki, Koda Ka No Kotoba adlı kitabında (Kōda Ailesi’nin Sözleri ya da Kōda Ailesi Sözlüğü diye çevrilebilir) ailenin kuşaklardır kedilerle olan iletişimine ve kediler için kullandıkları kelimelere yer vermiş. Mesela Aya, ‘nekohei’ kelimesini sokakta gördüğü bir kediyi çağırmak için kullanıyormuş. Kōda’nın kullandığı bir başka tabir de ‘kedi nine’. Kitapta şekerci dükkanındaki büyükanne gibi kedilerle yaşayan insanlara yarı şaka ‘kedi büyükanne’ dediği belirtilmiş Aya’nın. Soğuk bir mevsimde fazla giyinmişse ve kucağında bir de kedi varsa kendi için de kullanırmış bu tabiri. Şimdi kedileri ne zaman sevsem zihnimde kucağında kediyle oturmuş bir Aya Kōda fotoğrafı canlanacak.
(Aya Kōda, kızı Tama Aoki ve kedileri o bō Bon. Fotoğrafı kimin çektiğini bulamadım.)
Aya Kōda yazdıklarıyla, yaşamıyla birçok alanda ruhunu gördüğümüz, insanlara ilham veren bir yazar. Mesela Bungō Stray Dogs adlı manganın 40. Bölümü olan Walking Alone’da ortaya çıkan Aya Kōda adlı karakter, adını yazardan ilhamla almış. Bu bilgiyi araştırırken Aya isminin/kelimesinin ‘cümle, mektup, yazı’ anlamına geldiğini de öğrendim. Bir yazarın başka bir anlatı türüne ilham oluşu vesilesiyle isminin de yazı kavramıyla oluşmuş anlamı beni yine sevindirdi. İlham olmaktan bahsederken, yazarın yazıyla hemhal olmuş yaşamının geçtiğimiz yıllarda Google’ın doodlerıyla da kutlandığını fark ettim. 2020 yılında, yazarın 116. doğum gününde Google, Aya Kōda’nın 116. yaşını bir illüstrasyonla kutlamış. İllüstrasyon ise yine çok sevdiğim bir illüstratör olan Yuko Shimizu imzası taşıyor. Ben bir deryaya benzettiğim edebiyat dünyasında geç keşfettiğim için üzüldüğüm ve hayatını okudukça hayran kaldığım bir yazarın cümlelerinin peşine takılmışken, karşıma çok sevdiğim bir illüstratör çıkıyordu. Ağaçların arasından görünen gün ışığının hissini veriyordu bana bu rastlantılar. Hirayama’ya beni Aya Kōda’yla tanıştırdığı için teşekkür ederken buluyordum kendimi.
Bu yazıyı hiç okumadığım bir yazara nasıl hayran kaldığımı ve bu hayranlıkla onun dünyasına nasıl dahil olduğumu paylaşmak, Aya Kōda’ya, Wim Wenders’a, Kôji Yakusho’ya teşekkür etmek için yazdım. Onlara teşekkür ederken Aya Kōda külliyatını okuyacağım günlerin de hayalini kuruyorum.
Bu yazı için yararlandığım kaynak siteler: